Bugün geçmiş yüzyılın devrimlerinin trajik bilançosu bizleri başka türlü düşünmeye zorluyor, sosyalizme bir gün insanî simasını geri vermeyi umut edebilmek için. Antibürokratik devrimci örgütler inşa etmek devrimleri her türden otoriter sapmaya karşı korumanın güvencelerinden biridir. Ama yegâne güvence bu değildir. Çünkü işçi hareketinin kendini donattığı örgütlerin ötesinde bunların devrim içindeki yerleri ve işlevleri hakkında da tartışmak lazım. Devrimci güçler yaşamsal bir işlevi yerine getirmeliler: Devrimin, kendini dayatan kararları doğru zamanda almasına yardımcı olmak. Fakat, son tahlilde somut iktidar özyönetim yapılarında bulunur.

 

 

Olivier Besancenot – Michael Löwy

 
Çeviren: Uraz Aydın

 

Marksistler ve liberterler ortak köklerle birbirlerine bağlıdır. Fakat aşikâr çatışmalarla paylaşılan referansların kavranması güç bir karışımını teşkil eden bir dizi tarihsel mesele de onları karşı karşıya getirir. Bu listenin tepesinde 1917 Rus devrimi bulunur. Bir ilk evrede, yalnızca Rus değil, tüm dünyadan çok sayıda liberterle Marksist devrimciler arasında bir yakınlaşma söz konusudur. Sonrasında ise Kronstadt ve Makhno’ya karşı savaşla doruk noktasına varacak dramatik bir çatışma meydana gelir.

 

Ekim 1917

 
Ekim 1917’de, kendi gücünün bilincine varan sovyetler, kurumsal iktidarın ayağını kaydırıp iktidarı ele geçirir.
 
Bu hikayenin baş oyuncuları ezilen ve sömürülen kitlelerdir. Lev Troçki Bolşevik devrimine hasredilmiş kitabında halkın karşı konulamaz yükselişini tarif edip şu sonucu çıkartır: “Devrimin en tartışma götürmez özelliği kitlelerin olaylara doğrudan müdahaleleridir […]. Devrimin tarihi bize göre, her şeyden önce, kendi kaderlerinin karara bağlandığı sahaya kitlelerin aniden dalmalarının öyküsüdür”[1]. Bir liberter olan Daniel Guérin (1904-1988) de Rus devrimini farklı değerlendirmiyor: “Esasen, Rus Devrimi ideolojik yapıları aşan ve altında bırakan geniş bir kitle hareketi, halkçı bir dip dalgasıdır. Halk dışında kimseye ait değildir”[2]. Her ikisi de, 1917’nin bütünü hakkında uzlaşmaktan uzak olsalar da, kendi tarzlarında devrimin bizzat kendisinin açığa çıkardıkları konusunda benzer bir değerlendirme sunuyor.
 
Ekim devrimi, şubatta başlayan ve kendi dinamiğiyle kitleleri sürekli daha sola çeken hareketin vardığı noktadır. Mekanik veya çizgisel hiçbir şey yok bunda. Bu gelişme, yükseliş ve geri çekilişlere, devrimci atılımlara ve gerici karşı-saldırılara bağlı olarak düzensiz biçimde meydana gelir. Aslında Ekim’in siyasal devrimi hali hazırda Şubat’ınkinin içinde yaşıyordu: Biri diğerini çağırıyordu. Sekiz ay boyunca, kitleler kendi özgürleşmelerinin önünde bir engel haline gelmiş olan Kerensky hükümetini deneyimlemişti: artık uygulanamaz hale gelmiş bir ikili iktidar cenderesine sıkışmış, her daim Duma’nın otoritesiyle (ılımlı sol, devrimci sosyalist –“SR”- vekillerle) Petrograd İşçi Vekilleri Sovyeti’ninki arasında seçim yapmaya mahkûm biçimde, koalisyonlar oluşuyor ve bozuluyordu. Bolşevikler tarafından örgütlenen ayaklanma böylesi bir bağlamda 25 Ekim 1917’de iktidarı II. Pan-Rus Sovyetler Kongresi’ne teslim etti.
 
Marksistlerle liberterler arasındaki tartışma burada başlar. Partilerle devrimci sürecin kendisi arasındaki ilişkilere dair netameli soruna ilişkindir. Bolşevikler gerçekten de, bir siyasal örgüt olarak devrimde belirleyici bir rol oynadılar ve bu olmasaydı Ekim olayları kuvvetle muhtemeldir ki meydana gelmezdi. Mesele, bu rolün hareketin öz-örgütlenmesinin aleyhine gelişip gelişmediği. Olgular daha çok sovyetlerin Ekim ayaklanmasının sonucunda, Kerensky’nin görevden alınmasının meşruiyetlerini pekiştirmesiyle daha da güçlendiğini kanıtlama eğiliminde. Dolayısıyla tartışma muhtemelen başka bir yerde. Daniel Guérin de buna itiraz etmiyor. Bolşevikler, en azından devrimin ilk senesi boyunca, kitlelerin kendiliğinden hareketine eşlik edip, tabanda üretimin toplumsallaştırılmasını örgütlemesine yardım etti. Somut olarak, işçi denetiminin uygulanışı kapitalistlerin direnişiyle karşı karşıya kaldı ve bu şekilde Bolşevikleri hep daha özyönetimci bir yönde radikalleşmeye itti. Guérin şöyle anlatıyor: “Çok hızlıca işçi denetimi toplumsallaşma karşısında geri çekilmek durumunda kaldı. Lenin tedirgin teğmenlerini ‘halk yaratımının canlı ocağına’ atarak, onları otantik bir liberter dil kullanmaya zorlayarak adeta dehşet salmıştır. Devrimci yeniden inşanın zemini işçi özyönetimi olmalıydı”.[3]
 
Guérin Bolşeviklerin “liberter” dönemininin 1918 ilkbaharında sonlandığı görüşünde ve bunu Lenin’in Eylül 1917’de Devlet ve İhtilal kitabında sentetize ettiği devlete dair marksist düşüncenin taşıdığı ikilikle açıklıyor. Marksist düşüncede iki kutup, birbiriyle çelişen iki kavrayış bir arada bulunmaktadır, ona göre: Kapitalist devleti açıkça ortadan kaldırmak isteyen bir liberter versiyon; sözde kendiliğinden sönümlenmesi gereken fakat ayakta kalmaktan vazgeçemeyen yeni, marksist bir devletin kuruluşunu savunan bir otoriter versiyon. Daniel Guérin’in gözünde bu müphem hal, halktaki radikalleşme sürecinin ilk soluksuz kalma işaretinde mekanik olarak yeniden ortaya çıkma eğiliminde.

 

Kızıllar ve Karalar Arasında Kopuş

 
Guérin’den farklı olarak Victor Serge artan bürokratikleşmenin arkasında Marksizmin olası bir gizli suretine bağlı ideolojik bir kusur görmüyor. Onun onaylamadığı daha ziyade, kavranılması bilhassa zor ve karmaşık bir bağlamda, ağır sonuçları olan davranış hatalarıdır.
 
1918 baharında, “liberter” dönemin sonu geldiğinde Rus devrimci atılımı yeni bir soluk arıyor kendine. Finlandiya devrimi 1918 Nisanı’nda kanda boğuluyor ve Almanya’da Spartakistlerinki 1919’un başında mağlup oluyor. 1919 Martı’nda doğmuş bulunan Macaristan Sovyet Cumhuriyeti, aynı yılın Ağustos ayında tasfiye oluyor. Kısacası devrimin Batıdaki ilerleyişi durmuş durumda. İçerde ise devrim cephesindeki çatlakların ardı arkası kesilmiyor. Bu olgu ise sadece Bolşeviklere atfedilmek durumunda değil.
 
Hükümete katılan sol kanat devrimci sosyalistler (sol SR’ler) Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk[4]  antlaşmasına katılmıyorlardı. Moskova’da başarısız bir isyan girişimi başlatıyorlar. Böylece, fiilen Bolşeviklerin iktidarı tek başına elde tutmasına yol açmış oluyorlar. Kuzeyden müttefikler geliyor, Japon’ya Vladivostok’u ele geçiriyor, Almanya ise Kırım’ı, Ukrayna’yı, Estonya’yı ve Litvanya’yı. Bu arada Beyaz Ordu da ülke içinde ciddi bir tehdit oluşturuyor. İç savaşa ve geleceğin belirsizliklerine rağmen Bolşevikler ilerliyor ve böylece devrime daha da öteye gitme olanağını sağlıyor. Devrim sıkı duruyor. Öte yandan 1920’den itibaren, olağanüstü durumdan kaynaklı olarak ilan edilen “savaş komünizmi”yle birlikte zorunluluklar kural haline gelecektir.
 
“Devrimden Otuz Yıl Sonra”da Victor Serge “1920 yazı”ndan “ölümcül bir tarih” diye söz eder. Anılarında yazdığı gibi “Kronstadt ayaklanmasıyla birlikte tarihsel bir önem kazanacak olan anarşizmin dramı”nı da bu döneme yerleştirir[5].1917 ile 1921 arası Ukrayna’daki Makhnovçina destanını bir kenara koyarsak anarşistler devrimin seyrini hakiki biçimde etkileyecek bir durumda olmadılar. Rus anarşizminin Kropotkin[6] gibi amblematik simalarının savaşa, orduya ve kutsal birliğe destek vererek yollarını kaybetmeleri anarşist hareketi derinden bölmuş ve istikrarsızlaştırmıştır.
 
Bununla birlikte 1919’a kadar çeşitli gruplar devrim içinde aktif görevler almışlardır ve çoğu kez sovyetlerin ve işletmelerin içinde özerk bir propaganda yürütmüşlerdir. Devrimin ilk zamanlarında liberterler özgür ve eleştirel bakışlarını muhafaza ederek sovyet devrimini sahiplenmiş ve Bolşeviklerle hem katılma hem çatışmayı içeren çelişkili ilişkiler yürütmüşlerdir.
 
Ve bu karşılıklıydı. Örneğin Moskova’da 1918 sonbaharı sırasında, devrimci sosyalistlerin başarısız darbe girişiminin ardından Kara muhafızlar kenti ele geçirme ihtimalini göz önünde bulunduruyor ve bu pozisyon derhal anarşistlerde ve özellikle de anarko-sendikalist grup Golos Trouda’da (“Emeğin Yolu”) tartışmalar yaratır. 1920’de bu grup hâlâ itibar sahibidir. Emma Goldman o sene Moskova’ya gelişini anlatır: “Sasha Moskova’daki yoldaşlarımızın çok büyük bir özgürlüğe sahip olduklarını anlattı. Golos Trouda grubundaki anarko-sendikalistler metinlerini yayımlıyor ve Tverskaïa sokağındaki kitapçılarında açık biçimde dağıtabiliyorlardı. Evrenselci anarşistler kulüplere ve bir kooperatif restoranına sahiplerdi ve haftada bir açık bir toplantı düzenliyorlardı. ‘Bu ne tuhaf bir durum’ diyerek şaşakalıyordum. ‘Moskova’daki anarşistlere büyük bir özgürlük sağlanırken Petrograd’daki anarşistlerden en ufak özgürlük esirgeniyor!’ Sasha çok sayıda çelişki tespit ettiğini anlatıyordu bana. Çok sayıda yoldaşımız nedensiz biçimde hapishanedeyken diğerleri serbestçe siyasal faaliyetlerini sürdürüyordu”[7]. Volin’e gelirsek, o 1920 Ocak ayından itibaren tutuklanır. Kronstadt sovyetinin nam salmış anarşisti Yartçuk 1918 ile 1921 arası çeşitli kereler tutuklanır. Bu politika giderek daha da polisye bir nitelik kazanan bir toplumda geri döndürülemez biçimde hakim olan keyfiliğin işareti.
 
1917’de kurulan Çeka –bu isim Karşı-Devrim ve Sabotajın Bastırılması için Olağanüstü Pan-Rus Komisyonu’nun Rusça baş harflerinden oluşur- her imkan bulduğunda tedrici biçimde gücünü genişletir ve nihayet onun devri de gelir: Başlangıçta Beyaz muhafızlara karşı ve talep üzerine harekete geçme yetkisi olan bu siyasal polis, 1918 yazında kendisine tutuklanan kişileri idama mahkum etme yetkisi bahşedildikten sonra çok daha özerk bir nitelik kazanır ve güçlenmiş bir iktidara sahip olur. Ocak 1920’de Bolşevik iktidar idam cezasını yasakladığında –ki sonradan tekrar yasal hâle getirilecektir- Çeka hükümeti gafil avlayarak, izinsiz biçimde çok sayıda tutsağı kurşuna dizer ve böylece özerkliğini kanıtlar.
 
Gencecik Rus Sovyet Federal Sosyalist Cumhuriyeti’nde liberter militanlara yapılan muamelenin çeşitliliği yalnızca yükselen baskıyı değil, anarşist hareketin içinden geçen ayrışmaları da gösteriyor. Bu parçalanma Victor Serge’i kahreder: “Anarşistler kaotik biçimde sovyet yanlısı, sovyet karşıtı ve bu ikisinin ortasında yer alan eğilimlere bölünmüştü”[8]. Bir kesim sovyetlerin bünyesinde, hatta hükümet komiserliklerine ve Enternasyonal’in mercilerine kadar aktif bir katılıma yönelir. Lenin en azından 1920 yazındaki Enternasyonal’in II. Kongresi’ne kadar bu işbirliğine olumlu yaklaşır. “Evrenselciler” de olabildiğince katılır. Başkaları ise yeni iktidara radikal biçimde karşı çıkar: Eylül 1919’da bir anarşist demiryolu işçisi tarafından Moskova Komünist Komitesi toplantısı sırasında atılan bir bomba çok sayıda insanın ölmesine sebep olur. Aynı dönemde, bazı anarşistler de, Bolşeviklerle birlikte en ön saflarda Beyazlara karşı Petrograd’ın müdafasına katılır: “Anarşistler savunma için seferber olmuştu. Parti onlara silah temin etti… Ve en beter tehlikenin gecesinde, nefret ettikleri Bolşevik gazete Pravda’nın matbaasını savunmak ve orada öldürülmek için işgal edenler onlar olmuştur!”.[9]
 
Fakat 1920 Kasımı’ndan itibaren Bolşeviklerle anarşistler arasında ipler iyiden iyiye kopmaya başlar. Bolşevikler anarşistleri “İç Tehdit” kategorisindeki yıkıcı unsurlar arasında saymaya karar vermiş görünürler. Birkaç zaman önce, Moskova Yüksek Sovyeti adına Kamenev anarşistlere bir öneriyle gelmiştir: “Anarşistlerin kendi kendilerini denetlemeleri ve kendi çevrelerini temizlemeleri karşılığında hareketin basını, kulüpleri, kitapçılarıyla tümüyle yasallaşması”[10]. Bu koşullar haklı olarak anarşistlerce reddedilmiştir.
 
Aynı dönemde Ukrayna’da Makhno’nun Kara Ordusu ile Kızıl Ordu Beyazlara karşı belirleyici bir ortak zafer elde etmişken, Bolşevikler aniden ittifakı sona erdirir. Baskı genelleşir. “Petrograd’da ve Moskova’da anarşistler kongrelerini hazırlıyordu. Ancak daha ortak zafer kazanılır kazanılmaz Çeka tarafından kitlesel biçimde tutuklanırlar [Kasım 1920]. Kırım’ın muzafferleri, Karetnik, Gavrilenko ve daha niceleri kurşuna dizilecekti… Bolşevik iktidarın, sonsuz bir cesarete sahip bir köylü azınlığa karşı kendi angajmanını yadsıyan bu akıl almaz tutumu felaket derecede demoralize edici bir etki doğurur; Kronstadt ayanklanmasının derin nedenlerinden birinin bu olduğunu düşünüyorum” diye yazar Victor Serge[11].

 

Parti ve Sovyetler

 
Geriye dönüp baktığımızda Lenin’in “sovyet yanlısı” dönemiyle “savaş komünizmi” dönemi arasında bir kopuş olduğu görülüyor, üstelik sadece liberterlerle de değil. Savaşın şiddetli zorunlulukları karşısında giderek geri çekilen ilk dönemlerin özyönetimci politikası bürokrasi kurdunun Devrimin çiftliğine girmesine izin verdi. 1917-1918’den itibaren Rosa Luxemburg siyasal ve demokratik özgürlüklerin yokluğunu, Partinin tekelci rolünü ve kurucu meclisin toplanmayışını eleştirmekten geri kalmadı. Bununla birlikte, gösterdiği tepki Bolşevik devrimine sadakatine ve desteğine halel getirmedi. Ona göre gelişen olaylara dair ifade ve eleştiri güvencesi halkın dahlini cesaretlendirmenin en iyi yoluydu ve devrim ancak böyle ayakta kalıp yaşamaya devam edebilirdi. Bu, sosyalist demokrasi için azımsanacak bir konu değil.
 
Bu açıdan değerlendirildiğinde, Bolşeviklerin siyasetinde Stalinist Termidor’un gelişimine neyin olanak sağladığının incelenmesi gerekiyor. Bolşevikler olayların basıncı altında, yeni doğan bir bürokrasinin önünü açacak tedbirler aldı mı? Bu meşru bir sorgulamadır. Yüksek Ekonomi Konseyi, örneğin, Devrimin ikinci yılından itibaren ekonominin yönetiminde giderek önem kazanan bir rol oynar. Üstelik tabanda meydana gelmekte olan üretim araçlarının toplumsallaştırılması yerine bunların merkezi düzeyde millileştirilmesi politikası lehine. Bu tercih, tıpkı başka tercihler gibi tartışmalıdır. Bununla birlikte Marksizme bir üretim hatası atfetmeye çalışmak ve Marx ve Bakunin’in “devlet hemen mi ortadan kaldırılmalı” konusunda karşı karşıya geldiği I. Enternasyonal’in ilksel ideolojik tartışmasına kadar gitmek gereksizdir. Sadece bu boyuta indirgendiğinde tartışma hızla bir sağırlar diyaloğuna döner. Kuşkusuz Troçki “devletçiliğin tehlikelerinin proletarya diktatörlüğü rejimi altında da mevcut” [12]  olduğunu ve “işçi devletinin bile sınıf barbarlığının bir alt ürünü olduğunu ve gerçek insanlık tarihinin ancak devletin ilgasıyla başlayacağını”[13] kabul eder. Fakat Daniel Guérin Troçki’yi soruyu şu şekilde sormamakla eleştiriyor: “Nasıl, hangi yollarla, hangi yöntemlerle devletin kesinkes ilgasına yönelinmeli?”[14]. Oysa 1917’den itibaren nelerin kazanılacağını veya kaybedileceğini belirleyecek kararlar aciliyet taşımaktadır ve bunlar çoğu kez sorudan ve onu sorma biçimlerinden daha az soyuttur.
 
Bolşeviklerin olaylar karşısındaki aldığı konumu örseleyen acı soru bu değil zaten. O mühim bir soru şudur: “İktidarı kim alıyor? Yahut daha doğrusu, kim onu ellerinde tutuyor? Sovyetler mi ve/veya parti(ler) mi? Liberterlere göre bu sorunun ardında iktidara, dolayısıyla da devlete dair ikilem yatıyor.  İktidara dair evet, ama bu illa devlete dair değildir. Ya da her iktidar türünün doğuştan devletleşmenin damgasını taşıdığını kabul etmek gerekir – ki gerçekten de bir dizi anarşist akım buna kâni. Bunun aksine kimi başka akımlar için ise özyönetim ve sovyetlerin iktidarı zaten bir iktidar biçimi teşkil ediyor; bir iktidar yokluğu anlamına gelmiyorlar. Marx’ın Paris Komünü hakkında söylediği “nihayet keşfedilmiş demokrasi biçimi”ni andırıyorlar.
 
Ekim 1917’de Bolşevikler bir çeşit beklenmedik göz yanılmasının kendilerini körleştirmesine izin verir gibiler: Ekim ayaklanması sırasında iki varlık, “sovyetler” ve “parti” fiilen üst üste biniyor. Kornilov’un başarısız darbe girişimi ve geçici hükümetin ayak diremesinin sonucu olarak kitleler öylesine hızlı radikalleşiyor ki sovyetler kendiliğinden Bolşevikleşiyor. Bolşeviklerin silahlı harekâtı Kerensky hükümetini görevden aldığında ve iktidarı açılışını yapmakta olan Sovyetler Kongresi’ne teslim ettiğinde Partinin yönetimiyle Kongreninki tartışılmaz biçimde tek ve birdir. Bu geçici “füzyon” kronik bir siyasal şaşılık yaratabilir: Uzun vadede, karar alımında hangi örgüt öncelikli kılınacak?
 
Bolşevikler bu meselede müteredditler. Lenin ve Troçki’ye bakarsak, iki görüş arasında sıkça bir salınım gözlemlenebilir. Troçki şöyle der: “Hayır, sovyetlerin iktidarı bir hülya, keyfî bir inşa, Parti kuramcılarının bir icadı değildi. Karşı konulmaz biçimde aşağıdan yükseliyordu…[15]”. Oysa daha sonraları “iktidarı Partinin aldığını” savunur. Eylemin ateşi içinde ve bürokrasinin devrimin kazanımlarını ele geçirme tehlikesinin kendini haşince hissettirmesinden önce Bolşeviklerin dikkati bu konuya odaklanmamıştı. Bu öngörmedikleri bir riskti.
 
Bugün geçmiş yüzyılın devrimlerinin trajik bilançosu bizleri başka türlü düşünmeye zorluyor, sosyalizme bir gün insanî simasını geri vermeyi umut edebilmek için. Antibürokratik devrimci örgütler inşa etmek devrimleri her türden otoriter sapmaya karşı korumanın güvencelerinden biridir. Ama yegâne güvence bu değildir. Çünkü işçi hareketinin kendini donattığı örgütlerin ötesinde bunların devrim içindeki yerleri ve işlevleri hakkında da tartışmak lazım. Devrimci güçler yaşamsal bir işlevi yerine getirmeliler: Devrimin, kendini dayatan kararları doğru zamanda almasına yardımcı olmak. Fakat, son tahlilde somut iktidar özyönetim yapılarında bulunur.
 
Tarihin bu tartışmalı bölümü hâlâ açık. Olabildiğinde keskin bir eleştirel bakışla, fakat Lenin yılları ile Stalin yılları arasında bir süreklilik kurmadan onu tekrar ziyaret etmek elzem. Çünkü 1920’li yıllarda devrimci Rusya’da meydana gelen kırılma kişilerin karakterinde değil onları taşıyan toplumsal güçlerde yuvalanıyor. Rus devriminin üzerine azgınca düşen Stalin’in gölgesinde, vakti zamanında Fransız devrimini Bonaparte’la birlikte şekilsizleştiren hayalet dolaşıyor: Karşı-devrimin hayaleti yahut su yüzüne çıkar çıkmaz devrimlerin üzerinde kol gezen ebedî tehdit.
 
Kızılların ve Karaların ortak düşmanı.

 

Referanslar:

 
* Bu metin yazarların Affinités Révolutionnaires. Nos étoiles rouges et noires /Devrimci Yakınlıklar. Kızıl ve Kara Yıldızlarımız (Editions Mille et une Nuits, 2014) kitabının Rus Devrimi hakkındaki bölümüdür. Kronstadt ve Makhno’ya ilişkin tartışmaları ayrı bir bölümde yer alır.
 
[1] Lev Troçki, Rus Devriminin Tarihi. Cilt I: Şubat Devrimi: Çarlığın Devrilmesi. Çev. Bülent Tanatar. İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1998, s.7.
 
[2] Daniel Guérin, L’Anarchisme, Gallimard, coll. “Folio Essais”, 1981, s.113.
 
[3] İbid., s. 117.
 
[4] Mart 1918’de Rusya ile merkez imparatorlukların hükümetleri, özellikle de Reich arasında imzalanan anlaşma. Böylece Rus toprağında önemli bir parçalanma pahasına Doğu cephesindeki muharebelere son verilir. Anlaşma fiilen Sovyet Rusya’nın Finlandiya devrimi karşısında tarafsızlığını da içerir.
 
[5] Victore Serge, Mémoires d’un revolutionnaire, 1905-1945, Lux editeur, 2010, s.158.
 
[6] Dünya çapında ün salmış anarşist (1842-1921). Moskova’da 8 Şubat 1921 günü kendisi için düzenlenen cenaze töreni kitlesel bir eyleme dönüşerek anarşistlerin Bolşevik yetkililere yaptıkları son nanik omuştur.
 
[7] Emma Goldmann, Epopée d’une anarchiste, André Versaille, 2011, s.228.
 
[8] Victor Serge, İbid., s. 157.
 
[9] İbid., s. 128-129.
 
[10] İbid., s.158.
 
[11] İbid., s.161.
 
[12] Leon Trotsky, « octobre 1929 », Œuvres. EDI, 1978.
 
[13] Leon Trotsky, « 1937 », Œuvres. EDI, 1978.
 
[14] Daniel Guérin, « La question que Trotsky ne pose pas » (1983), in Daniel Guérin, Daniel Guerrier, Michel Bakounine, Karl Marx, Léon Davidovitch Trotsky, Rosa Luxemburg, Errico Malatesta, A la recherche d’un communisme libertaire, Spartacus, 1984.
 
[15] Leon Trotsky, Œuvres, C. II. EDI, 1978, s. 451.