Masis Kürkçügil –
 
Yüzüncü yıllar zinciri ister istemez günlük politikanın ötesinde daha uzun vadeli bir perspektif ihtiyacını hatırlatıyor. Birinci Dünya Savaşı’nı çok dert edinmedik. Resmi tarihin Osmanlının bağrından bir ulus yaratmanın miladı olarak gösterdiği Çanakkale savaşı ise muhafazakârların da yeniden doğuş veya varoluş adına kutsamalarına mazhar olduğu için muhakkak ki daha farklı anılacak. [Çanakkale’den önce Balkan Savaşında Çatalca siperlerinin de belli bir ulusal miladı oluşturması mümkün; lakin buradan bir efsane ve de kahraman üretmek mümkün olmadığı için elverişli görülmemiş olmalı].

Çanakkale çözüm sürecinin de ortak paydalarından biri. Öcalan’ın Malazgirt ve de Çanakkale göndermelerine nazire yaparcasına Başbakan Davutoğlu’nun (AA, 30. 12.2014) “Çözüm Süreci, bütün vatandaşlarımızın doğusuyla batısıyla kuzeyiyle güneyiyle bir şekilde İstiklal Harbi’nde Çanakkale Savaş’ında dedeleri omuz omuza savaşmış tarihdaşların torunlarının ortak meselesidir” ifadesi yeterince anlamlı. Tabii Çanakkale’de şehit olmadan ölen “anasır”dan başka “unsur”lar da vardır ama onlar “tarihdaş’, hatta “vatandaş” bile sayılmaz! Ne de olsa çözüm “milli” olacaktır. Bu milliliğin harcı müzakerenin iki tarafında da tabanı muhafazakar ve mütedeyyin siyasetler bulunduğuna göre “İslami” vurgular taşıyacaktır.

Birinci Dünya Savaşına ilişkin sosyalistlerin yapması gereken tartışmalar ise menkıbe yokluğunda gereksiz görülmüş olmalı. Herkesin kendine sorması gereken biz savaşın neresindeydik sorusu boşlukta kalınca, o boşluğun üzerine oturtulmaya çalışılan tarih de “devletlu ve haşmetlu” olabilir ancak. 1915 Haziran’ı belki bu kez Paramaz’ın şahsında asılan Hınçakların daha geniş bir kesim tarafından hatırlanmasına neden olabilir. Ne de olsa bir Paramaz da Kobani’de özgürlük için hayatını verdi.

Yüzüncü yıllardan biri de Sarıkamış. Bardakçı’nın yayıma hazırladığı “Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü” bir kez daha İttihat diktatörlüğünün kendi halkı için de ne büyük felaketlere yol açtığını gösteriyor. Sarıkamış’ta şehitleri anmaya gidenler biraz da o insanların neyin kurbanı olduğunu anlamaya çalışsalar belki bugün için de bir ders çıkarılabilir.

Yüzüncü yıl anmalarının sonuçsuz kalmaya mahkum olanlarından biri de Ermeni Soykırımı. 24 Nisan’a doğru nasıl bir bombardıman altında kalınacağı, hele seçime 45 gün kala soykırımın suskunluk kumkumasına mı yoksa bir milliyetçilik kabarmasına mı sahne olacağı belli ki o günün gereklerine göre belirlenecek. Şimdilik ithal ırkçılık emareleri görülmeye başlanmıştır. Örneğin “1915-16’da Ermenilere karşı işlenen suçlar konusunda -Ülkü Ocakları mensupları dahil- Türkiye’de üzüntü duymayan tek bir insan bile bulmak zordur.

Ancak görünüşe bakılırsa; Ermeni fanatizminin Müslüman, Yahudi ve diğer mağdurları konusunda üzüntü duyduğunu belirtmeye hazır bir “ılımlı” Ermeni bulmak epeyce zordur” (Cumhuniyet, 21,12,2014) diyen Türkiye tarihi uzmanı diye takdim edilen ve çalıştığı kurumlar zikredilmeyen M.Gauin gibilerinin arzı endam etmesi şaşırtıcı olmamalı.

Hrant Dink’i öldüren mekanizmanın ruhunda kendini millici ve ilerici gören çevrelerin de azımsanmayacak bir payı olduğu unutulmamalı. Hiç değilse Hrant’a saygısı olduğunu iddia edenler bu konuya ilişkin bir yazı yazar ve yayımlarken Hrant acaba bu konuda ne derdi diye kendilerine sormalarında yarar vardır.

Hrant’ın mirasına sahip çıkacaklar onun bu yıl söyleyebileceklerini de tasarlamak zorundadırlar. Hrant’a sözümüz varsa onun da Gezi’ye bir sözü olmuştur. Gezi’nin de Hrant’a sahip çıkması gerekliyse önce yok edilen ve yok sayılanların tarihine saygı duyulması gerekir. Gezi öğrenmeye ve kendini dönüştürmeye elverişli bir deneyim olarak tarihselleşecekse fotoğrafa değil oradan daha genel sorunlara ilişkin çıkarılacak derslere ihtiyaç vardır. Fotoğraftaki üç benzemez Gezi’nin ruhunu değil Gezi’de arızi olanı gösterir.

Yüzüncü yılların ağırlığı birkaç yıl daha devam edecek. Bakmasını bilene tarih stratejik bir perspektifin gereklerini de gösterecek. Günü birlik politikaların gelgitlerinden kurtulmanın yolu gündelik mücadeleleri mutlaka nihai bir hedefe doğru yöneltmenin gereklerini de yerine getirmektir. Yani iktidar sorunu, hegemonya ve de devrimci stratejiden yoksun bir siyaset nasıl tıkanmaya mahkumsa, egemenlerin tarihine nefer yazılarak insanlığın “tarih öncesinden” kurtulmak da mümkün değildir. Yeni mücadelelere hazırlanırken geçmişimizi yenilemek de geleceğimizi inşa etmenin vazgeçilmez unsurlarından biridir.

Hrant’ı anmak bütün bunlara bir çözüm getirmeyecek. Ama unutmak perspektifin sakatlanmasına neden olacaktır. Hatırlamak bir bilinç oluşturmanın gereğidir; tıpkı Gezi direnişinde yitirdiklerimizi unutmamak gibi…
 
(Bu yazı Yeniyol’un 12. sayısında yayınlanmıştır)