ÖDP Mart 2008 Kongresi YENİYOL Bildirgesi

Ne Kendiliğindencilik Ne İşbitiricilik!
Ekim 2007 Konferansı’nda “Tehlike çanları mı çalıyor? Yeni fırsatlar mı doğuyor?” başlıklı bir metin dağıtarak ÖDP’nin karşı karşıya bulunduğu sorunların çözümü için kendisiyle yüzleşmesini sağlayacak bir tartışma süreci sonucunda gerçekten demokratik, görüşlerin açıklıkla tartışalabileceği bir konferans süreci ve bununla birlikte önceden belirlenmiş bir eylem (mücadele) programı önermiştik.
Partinin kendi gerçekliği ile yüzleşerek yeni bir sözleşme zemininde yeniden derlenmesine ilişkin bu metinde ÖDP’nin şöyle veya böyle olmasına ilişkin bir öneri yoktu. ÖDP üyeleri nasıl bir parti istediklerini açık seçik belirterek bir hat oluşturmalıydılar. Çoğulculuk, enternasyonalizm, feminizm, antikapitalizm gibi parti programında varolan hususların uluorta kullanılmasıyla, bunların gereğinin yerine getirilmesi bir yana ne olduğu konusunda bile anlamlı bir tartışma ve dolayısıyla açıklık sözkonusu değildir. Üstelik de bir önceki yıl bir program konferansı yapıp, yeni bir program kabul etmiş olmamıza rağmen!


Nereye gidiyoruz?

Şubat 2007 Olağan Konferansı, 22 Temmuz seçimleri ve Ekim 2007 Olağanüstü Konferansı ÖDP’nin herhangi bir “Truva atı” olmadan içerden, örtük ya da belirtik ancak artçıl sarsıntılarla kimilerinin farklı yörüngelere yöneldiği, ancak partinin bir bütün olarak yörüngesiz kaldığı bir döneme evrilmesine yol açmış bulunuyor.
ÖDP’nin içinde bulunduğu krizin yapısallığını inkâr ederek, politik bir çözüm arayışı yerine etik-ahlâki, teknik açıklama ve suçlamalar krizi daha da derinleştirmekte ve ÖDP’nin anlam ve önemini de değersizleştirmekte.
Olağanüstü Konferans değişik siyasal metinlerin tartışılması ve oylanması, önümüzdeki dönemin görevlerinin belirlenmesi temelinde gerçekleşmediği için, geriye konferans tarafından tartışılıp karara bağlanmamış, komisyonda kısmi bir mutabakatın ürünü olan, dolayısıyla “sözde” olarak nitelenebilecek bir sonuç bildirgesi kalmıştır. Bu sonuç bildirgesi taslağı partinin önüne anayasa tartışmasını ve yerel seçimleri koymuşken, her ikisinden bağımsız olmayan ancak çok daha köklü ve tarihi bir meseleyi oluşturan “son gelişmeler” (Kürt sorunu) ile kadük hale gelmiş bulunmakta. Anayasa tartışmaları hakkında beylik sözleri marifet sayanlar, referandum ile birlikte ayılmadılarsa, sivil toplum örgütleri müfrezesi tarafından yeniden alevlendirilen ve anayasanın ilk dört maddesinin dokunulmazlığı temelinde yürütülen tartışmalar karşısında, salonlarda “eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik” teraneler arasında yapılan ve yapılabilecek toplantılar dışında, emekçiler, ezilenler katında nasıl bir faaliyet yürüteceklerine dair bir fikir öne sürmediler. Sözümüz, kimi grev ve işçi ölümleri vesilesiyle yapılan ziyaretleri önemsizleştirmemekte, ancak sosyalist mücadelenin ziyaretten çok daha derin ve kapsamlı gerekleri olduğuna dikkat çekmektedir.
Öte yandan son PM’nin tartışmaya sunduğu metin mutabakatla alındığına göre ortada siyaseten ayrışılacak bir husus da bulunmamaktadır!
Partide ikili bir hayat olduğu iddiası, PM seçimlerine iki listenin girmesinden ötürü anlamlı gelse de bizzat PM üyeleri arasında yapılacak bir siyasal eğilim yoklaması hem iki tarafın bir blok olmadığını hem bunun doğal ürünü olarak tek tek konular etrafında iki taraf arasında geçişlerin olabileceğini gösterecektir. Ancak daha önemlisi, iki kesimin de nesnel gerçeklikten hareketle bir yeniden değerlendirme ve buna uygun olarak bir yeniden yapılanma yerine herhangi bir perspektiften yoksun olarak dağılma sürecini kendiliğindenliğine bırakmalarıdır.
Krizin aşılması için neler yapılıyor?

ÖDP ilk krizinde yitirdiklerini hafıza kaybına yatırdıktan sonra bizce yapısal olan ve son dönemde iyice açığa çıkan ikinci krizini de oluruna terk etmiş bulunuyor. Bu krizden yeni güçlerle buluşarak çıkmak mümkün görülmediği gibi varolan güçler yeni bir sözleşme etrafında birleştirilmeye de çalışılmıyor (yeni güçlerin partiye katıldığına ilişkin iddialar varsa üye kayıt defterlerine bir bakış aksini kanıtlamaya yetecektir). Dahası artık inandırıcılığını yitirmeye yüz tutmuş bir partiden yeni bir şey çıkmayacağı gibi eskisini de korumak giderek güçleşiyor. Elli yıllık tarihimize baktığımızda bundan çok daha vahim durumlarla karşılaşılmıştır. Ancak şu an için önemli olan, onca deneyimden sonra ve bunca na müsait hal ve şerait altında dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmanın marifet sayılabilmesidir.

Parti organları yerine seçim koordinasyonlarını tercih edenler veya partiyi temel alan bir yenilenme yerine parti dışı güçlerden medet umanlar korkarız tıpkı bir önceki ayrılıkta olduğu gibi “daha daha” büyüme iddialarıyla “daha daha” küçüleceklerdir (ne de olsa her iki durumda da failler ve iddialar benzerdir).

Ekim 2007 Konferansı’nın üzerinden altı ay geçti. Bu süre zarfında partinin parçalı yapısını giderecek, bütünlüklü bir siyasal faaliyeti düzenleyecek bir gelişme olmadığı gibi yerel seçimlerde olabilecek çatlakların öncesinde Eğitim-Sen’den başlayarak KESK kongresine doğru bir kısım partililerin başka bir kısım partililere karşı, başkalarıyla birlikte davranarak “çoğulcu” bir faaliyette bulundukları artık herkesin malumu. Bu gidişatı parti hukukuna ve parti ilkelerine göre durduracak herhangi bir merci de sözkonusu değil. Aynı şekilde olmayan gençlik faaliyetimizin “çokluğu” da gözününe alınırsa alanlar, kapanlara terk edilmiş durumda.
Şubat 2007 kongresinden bu yana bir yıl geçmiş bulunuyor, ancak partinin henüz bir yayını yok. Kimsenin de bundan bir şikayeti olmadığına göre ya partinin siyasete ihtiyacı yoktur veya birileri bu ihtiyacını başka kanallardan gidermektedir.

2007 seçimlerini geride bıraktık ve Ekim konferansı seçime ilişkin tartışmaları ortada bıraksa da yeni bir yönetim seçtiğine göre geriye dönmek anlamsız. Ancak 2007 Temmuz seçimlerinde genel olarak sosyalist hareketin bir gelişme, genişleme hamlesi yaptığını iddia etmek mümkün değildir. Genel olarak sosyalist hareketin irili ufaklı eğilimlerinde en azından bir duraklama varken (parçalanmalar veya zor nefes almaları başkalarının günahı olarak değil genel olarak sosyalist hareketin içinde bulunduğu bir sorunlar yumağının ürünü olarak görmek gerekir) ÖDP’yi de bu eğilimin dışında görmek kendi gerçekliğimize dev aynasında hayran olmak anlamına gelir. ÖDP’nin etkinlik alanları daralmaya başlamış, üye profilinde olumlu bir değişiklik olmadığı gibi ‘basın açıklamalarına’ katılım da herhangi bir sol grubun düzeyine düşmüştür. Üyelerin birbirine ve organlara ilişkin güvenleri üyeye ve organına göre değişmektedir.

Meşruiyet Sorunu
Ekim 2007 Konferansı’ndan bu yana organların meşruiyetini sorgulayarak pozisyon kazanmaya çalışmakla önemli bir zaman kaybedilmiştir. Seçimle gelinen organlarda yapılan seçimlere itiraz varsa bunun yolları bellidir. Büyük konferans delegasyonunun genel başkanı bir eğilimden, PM çoğunluğunu da bir diğer eğilimden seçtiği söylenebilir. Ancak önce siyasal metinlerin oylanması, metinlere verilen oylar oranında yönetim kademelerine üyelerin seçilmesi diye bir alışkanlık olmadığı için bu durumu bir meşruiyet sorunu haline getirmek yerine, gerçekliğimiz olarak kabul ederek ne genel başkan ne MYK, asıl olarak PM zemininde sorunların çözümüne çalışılması gerekmektedir. Ancak kimileri için birinin kimileri için bir diğerinin dokunulmazlığı olduğundan keşmekeş yine bir “dışsal” vakanın girdabına, örneğin sendikalardaki veya meslek örgütlerindeki gerilimlere terk edilmektedir.

Bölünme mi?
Bölünme bir başarısızlıktır ancak bölünmemenin bir marifet olması için başka şeylerin de yapılması gerekir. Yoksa bölünmemek için ağır ağır kaybolmayı kabullenmek, herhangi bir inşa ve müdahale perspektifine sahip olmadan el yordamıyla yol alırken bir sıçrama beklemenin anlamı yoktur. Oysa bütün üyelerin katılımıyla açık bir tartışmanın ürünü olacak yeni bir sözleşme yapmayı deneyerek, bir kez de olsa cepten metin çıkarmak yerine bütün üyelerin iradesini yansıtacak bir konfrens dışında henüz bir somut öneri de üretilmemiştir.

ÖDP’nin üye sayısı hakkında afakî tartışmalar “yetkili” ağızlardan kimi zaman otuz bine kimi zaman yirmi bine yakın dillendirilmiştir. Son üyelik sıfırlaması ve yenilenmesi konusundaki tartışmalarda tutumumuz ne olursa olsun şu anda “bölünme-ayrışma” öncesindeki sayımızın ancak dörtte birine sahip olduğumuz bir gerçektir. Ne ÖDP dışından genişletilecek bir sol arayışında olanlar altı ay sonra yeni üyeler kazanmışlar veya başka bir projeye can vermişlerdir ne de ÖDP’deki kimilerini siyaseten anlamsız görüp dışardan devrimci ithaline girmeyi düşünebilecekler bu tarihi kucaklaşmayı becerebilmişlerdir. Partiyi mücadele alanlarında yeniden inşaya ilişkin alınan kararlar ise çoktan arşive kaldırılmış bulunmaktadır.
ÖDP bu haliyle –sayı saymasını bilenler her türlü kıyaslamaya müsait toplantı ve gösterileri gözönüne getirebilirler– yeni üyeler için bir çekim merkezi olmadığı gibi eski üyeler için de giderek anlamsızlaşmaktadır. Kimsenin kuruluş döneminde olduğu gibi ÖDP’nin farklı kesimleri de kapsamaya devam ederek gerçekten kitleselleşebileceğine ilişkin bir inancı kalmamıştır.

ÖDP tarihi boyunca kendini inşa konusunda herhangi bir sistematik faaliyette bulunmamış, kimileri böylesi bir inşayı neredeyse kendiliğindenliğe bırakmayı bir parti modeli olarak kutsamıştır. Öte yandan müdahale de, alanlara terk edilmeli diye vaaz edilmişken, parti organları dışında paralel organlarla alanın sözde özerkliği adına alabildiğine dar çevreler karar organı haline gelebilmiştir.
Ancak geçmişe yönelik olarak herkesin kendi adına geliştirebileceği eleştiriler ne olursa olsun geleceğe ilişkin yeni bir sözleşme geçmiş sorunların da aşılmasına katkıda bulunabilir. Ortada dehşetengiz bir siyasal mücadele bulunmazken kendini çoğulcu diye takdim eden bir partinin ikide bir çoğulculuk krizine girmesinin bir nedeni de çoğulculuktan ziyade kürsü masuniyetinin ve son olarak da karşılıklı sataşma serbestliğinin marifet sayılmasıdır.

ÖDP’yi kutsamayı, buna karşılık despotik gördükleri Bolşevik partisini karalamayı marifet sayanlar, 1917 yılının başından sonuna partinin geçirdiği evrelere ve yeniden dizilişine bir göz atarlarsa kendi fukara deneyimlerinin çıkmazlarından kurtulmanın yollarını bulabilirler. Bu yol açık seçik yeni bir siyasal sözleşmeden geçmektedir. ÖDP neredeyse kendi içinde gayri siyasi bir biçimde saflaşarak kendini tüketmeyi siyaset sanır hale gelmektedir (tıpkı SEP ayrılığında kriz yönetiyoruz diye bir diğerini sıkıştırmayı siyaset sananlar gibi).

ÖDP çoğulcu bir parti olmadığı gibi iç hukuğu da keyfe kederdir. En azından politik metinler üzerinden yürütülen bir tartışmanın ve onun ürünü olan bir seçimin sonucunda organların seçimi sözkonusu değilse ortada bir “hukuk” da yoktur. Partinin gidişatını kongre kararlarına uygun bir biçimde yürütmek mümkün değildir, zira kongrelerimiz hiç olmazsa olası sorunları göğüsleyecek bu tür tartışmaların ürünü değildir.

Partiyi iç tartışmadan (düşünce alışverişi ve formasyon) ve onun ideolojik sözcülüğünü yapacak bir yayından mahrum bıraktıktan sonra siyasal bir parti olma iddiasında bulunmak mümkün değildir.
Sosyalist hareketin yeniden dağılma, sınıf mücadelesi gerçekliğinden kopuk, fakat dehşetengiz laf üretiminde bulunan küçük birimlere dönüşme dönemine girilmişken, ÖDP de kendi içinde bu tür bir dağılma sürecini sürdürmekte. Genel Başkan, MYK’dan ayrı, MYK PM’den ayrı, çeşitli iller MYK’dan ayrı ve herhalde kimi ilçeler de illerden ayrı… Her biri bir diğerini yetersizlikle eleştirebilir. Eğer böyleyse kim ve hangi meşruiyetle kendini yeterli sayabilecektir?
ÖDP güzellemesiyle herhangi bir sorunun çözülmesi mümkün olmadığı gibi karşılıklı atışmalarla da birbirimizi ikna etmemiz mümkün değildir. Sorunun kangren olmasını engellemek, bunca yıl birlikte mücadele etmiş insanlar olarak ya yeniden bir birliktelik sağlamak; olmazsa nelerde birlik olduğumuzu nelerde ayrıştığımızı siyaseten ortaya koyarak gerekirse dostça ayrılmayı da öğreneceğimiz bir kendi gerçekliğimizle yüzleşme, siyaseten açık seçik saflaşma sürecine girmemiz gerek. Bu tartışma süreci zaten oldukça parçalı bir biçimde yürümekte olan eylemliliğimizi aksatmaz. Aksine bir miktar da olsa ivmelendirebilir. Yeter ki her iki şıkkı da göğüsleyebilecek siyasal olgunluğu göstererek yeniden inşanın temel meselelerini sistemli bir biçimde tartışıp karara bağlayalım. Bu sürecin yürütülmesinin siyasal sorumluluğu elbette PM’dedir. PM bunu savsakladığı takdirde bu açmazı her üye ve çevre kendi bildiğince gidermeye çalışacaktır ki bunun sonucu kaostur.

Sonuç yerine
ÖDP’nin önümüzdeki olağan konferansa hangi yollardan gideceği belli değil. Bir seçim emrivakisiyle de olabilir yukardan bir uzlaşmayla da. Ancak demokratik olan ve gereksiz tartışmaları da önleyecek olan, yerel seçimlerden önce yerel seçim politikası da dahil olmak üzere partinin temel meselelerini gözden geçirip karara bağlayacak bir konferans sürecidir. Sonbaharda düzenlenecek bir konferans hem partinin kendi gerçekliğiyle yüzleşmesini veya daha genel bir ifadeyle bir siyasal bilanço çıkarmasına imkan sağlayabilir hem yerel seçimlere nasıl katılınacağına ilişkin bir oldu bitti yerine tabanın süzgecinden geçen bir kararın oluşmasına katkıda bulunur.
PM böyle bir karar alırsa yapılacak ilk iş, ilçe konfranslarında tartışılmayan önergelerin, karar taslaklarının büyük konferansa getirilemeyeceğine ilişkin bir ilke kararının alınmasıdır.
İkinci husus delegasyon seçimleri de dahil olmak üzere bütün kademelere liste çıkaranların mutlaka listelerini bir metinle birlikte sunmalarıdır.

Üçüncü husus, seçim sisteminin en azından nisbi temsile imkân tanımasıdır.

ÖDP’nin kaderini kendiliğindenciliğe ve işbitiriciliğe bırakmak yerine, demokratik olarak düzenlenmiş bir konferansla yeni bir sözleşme temelinde yeniden şekillendirme iradesini gösterebilmeliyiz.