Masis Kürkçügil –

 

On yıl sonra hüzün yerini açık kalan bir yaraya bırakmış durumda. Sanki yüzyıl önceki Büyük Felaketin anamsatıcısı, ondan kalan bir mesaj gibi bir yara. Kapanması insanlık tarihi açısından çok büyük dönüşümleri gerektiren, onu da içeren ancak bütün sessizliğe mahkum edilmek istenenlerin yaralarıyla birlikte iyileşebilecek, kapanabilecek bir yara.
 
Hrant elbette bütün ezilmişlerin derdinin dermanının ortak olduğunu söyleyen ilk kişi değildi. Lakin bu toplumda karınca kaderince bütün mazlumlara varlığı ve ölümüyle bunu anlatmayı becermiş nadir insanlardan biriydi. Tarihin küllerinde kaybolmuş sanılan ama asla kendisiyle sınırlı olmayan bir meseleyi ele alırken  her daim herhangi bir adeletsizliği başkalarının bir meselesi olarak değil kendi meselesi olarak algıladı. Onun için onun söylemindeki “biz” içerden bir anlatımı dile getiriyordu, yani kendi dışındaki birşeyi anlatmıyor, derdiyle hemhal olduğu insanları anlatıyordu. Söyleminin, uslubunun kapsayıcı olmasının esas nedeni buydu.
 
Hem sosyalistti hem Ermeniydi ama bir Ermeni olduğu için öldürüldü. Sosyalist bir Ermeni olmasaydı Hrant olmazdı. Dostu da düşmanı da ne için öldürüldüğünü biliyor. Böylesi bir cinayeti basite indirgemek için çelik çomak oynama zekasındaki insanların eseri olarak görmenin rahatlığındaki merciler artık kurtulamayacakları bir kabusla birlikte yaşamak zorundalar. Altından kalkamayacakları bir cürmün girdabında Hrant’ı hafızalardan silmenin adli, idari, tarihi yollarını ararken, kendi kurtuluşları için gereken bellekte ona yer ayıranların geçtiğimiz on yılda onun anısını canlı tutmayı becermeleri Hrant’ın ölüsünün dirisinden çok daha etkin olduğunu gösterdi. Cinayet, savunmasız bir insanın kıyılması milliyetçiliğin dün olduğu gibi bugün de insanlıktan ne kadar nasipsiz olduğunu gösterdi.
 
Bu bapta bellek savaşını, Hrant’ın sık sık altını çizdiği “idrak”in vazgeçilmez önkoşulunu, bütün imkanlarıyla olayı örtbas etmeye çalışan devlet kaybetmiş bulunuyor. Bellekten “idrak”e oradan bilince giden yolda mutevazı da olsa on yıl öncesine göre önemli adımlar atıldı. Ve bu adımları atanların yüreğinde Hrant’ın hep özel bir yeri oldu. Kimsenin emeğine saygısızlık etmeyelim ama onlar da bu güzergaha Hrant adının verilmesini seve seve kabul ederler.
 
Adalet, egemenlerin sessizliğe mahkum etmek istediklerini gözleri bağlı olduğu için değil “mülkün temeli” olduğu için görmez (Onların Adaleti). On yılda adalet adına değil adaletsizlik adına kat edilen mesafe insanlık tarihinin bir yüz karası olarak tarihe geçmiş durumda. Bir dizi mercinin dahil olduğu kimsenin haberdar olmadığı(!) bir cinayet çok geniş bir milli mutabakatın gayya kuyusuna  atılmış durumda. Onu oradan çıkaracak olan mutabakat, cinayetle birlikte soykırımı da bilincimize nakşedecektir (“Bizim-Mazlumların”  Adaleti). Kurulu düzenin kurucu unsarlarını sorgulayan birinin hakkını, “gerçeğini” kurulu düzenden nasiplenenlerin araması tarihin bir garabeti olurdu. Böyle birşeyi bekleyenler ise Hrant’ın anlattığı hikayeyi en azından pek iyi okumamışlardı.
 
Hrant’ın aramızdan ayrılmasıyla bir kez daha ölümün bir ayrılık olmadığını gördük. Çünkü o mağlupların belleğine nakşolmuş durumda. Birçok insan farkında olsun olmasın hayırlı birşey düşündüğünde onu anmakla kalmıyor, onunla birlikte düşünüyor. Ölüm bu bapta insanlığın geleceği için kullanışsız mahlukatın akibetidir.
 
Bugün on yıl önceden çok daha zor bir dönemden geçiyoruz. Nereden nereye geldiğimize ve nereye gitmemiz gerektiğine bakarken kaderine teslim olmayan Hrant’ın tıpkı kendinden öncekiler gibi yalnızca geçmişimiz için değil geleceğimiz için de birşeyler söylediğini bilerek yeniden ve yeniden tarih yapmak için tarihe dönmek gerekecek. Geçmiş felaketlerin bilançosu eşitliğe, özgürlüğü giden güzergahı örmekte.   Hrant’ın o güzergahtaki katkısı hepimize (“bize”) umut aşıladı. “Hrant için! Adalet için” derken kimsenin kimseden adalet dilendiği yoktu. Adalet onun şahsında eşitlik ve özgürlük çağrısı olarak tarihte yankılanıyor.

 

(Bu yazı Agos’un 20 Ocak 2017 tarihli 1077. sayısında yayınlanmıştır )