15 Temmuz 2016 gecesi rejimin eski müttefiki Gülen Cemaati tarafından başı çekilen askeri darbe girişimi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, inşa etmekte olduğu diktatoryal rejime her türden muhalefet kapasitesi ve imkanını yok etmeye dönük bir sivil darbeye girişme fırsatı verdi. 4 Kasım 2016 günü, Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin sözcüleri, yöneticileri ve milletvekillerinin tutuklanması, bu islamcı-milliyetçi diktatörlüğün inşası için belirleyici bir aşamanın aşıldığı anlamına gelmektedir.
 
Darbe teşebbüsünün ardından ilan edilen olağanüstü halin sağladığı keyfiyet Ankara “Duce”sine tüm devlet aygıtını yeniden yapılandırma imkanını vermiştir. Böylece anti-terörist operasyonlar çerçevesinde onbinlerce insan açığa alındı, ihraç edildi ve tutuklandı. Yüzü aşkın medya kuruluşu yasaklandı, binlerce dernek, okul, vakıf, üniversite ve hastane kapatıldı.
 
Gülen cemaatinin potansiyel (ya da değil) üyelerinin ötesinde bu son derece baskıcı uygulamalar Kürt hareketinin ve radikal solun militanlarını ve sempatizanlarını da hedef almıştır. Solcu sendikalara üye onbinin üzerinde insan açığa alındı yahut mesleğinden ihraç edildi. Kürt ve Türk sol  yayın organlarının önemli bir kısmı kapatıldı.
 
Demokratik güçlere dönük baskı özellikle 29 Ekim’i takip eden hafta içinde sertleşti. Yükseköğretimde güvencesizleşme mücadelesinin aktivistleri ve Kürt halkına karşı yürütülen savaşı protesto eden bir imza kampanyasının imzacıları olan Barış için Akademisyenler üniversitedeki işlerinden ihraç edildiler ; Cumhuriyet gazetesinin kimi yöneticileri, yazarları ve bir karikatüristi evleri basıldıktan sonra gözaltına alınıp tutuklandılar ; Diyarbakır Belediyesi’nin eşbaşkanları “terör örgütü üyesi” oldukları suçlamasıyla tutuklandı. Tıpkı daha öncesinde Kürt bölgesinde yirmiyi aşan belediyenin başına geldiği gibi, yönetimine hükümet yanlısı yeni idareciler atandı.
 
Fakat, evlerine yapılan baskınların ardından -7 Haziran 2015 seçimlerinde %13.1 gibi umulmadık bir başarı elde ederek AKP’yi iskrarsızlığa sürükleyen-  HDP yönetiminin tutuklanışı, demokrasinin diktatoryal rejim tarafından tümüyle ortadan kaldırılmasında belirleyici bir dönemeç oluşturmaktadır. 6 milyon insanın oyunun hiçe sayılması anlamına gelen bu kabul edilemez saldırı, Kürt halkının kendi geleceğini belirleme özlemine karşı devletin Türkiye’de ve Suriye’de yürüttüğü savaşın bir parçasıdır.
 
7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde barış, adalet ve demokrasi umutlarının cisimleştiği bu partiye oy verme çağrısında bulunmuş olan Türkiyeli devrimci marksistler olarak milyonlarca Kürdün, kadının, emekçinin, gencin, ekolojistin, LGBTİ militanının, etnik ve dini azınlık mensubunun, demokratın oylarının çalınmasını sert bir biçimde kınıyoruz.
 
Daha şimdiden Türkiye halkları arasında ortak ve dayanışma içindeki bir yaşamın temellerini tehlikeli biçimde sarsmaya başlamış olan bu amansız fırtınaya karşı tek çaremiz barış, özgürlük, demokrasi ve laiklik için direnişi örgütlemektir.
 
“En karamsar olduğunuz anlarda bile ayak ucunuza değil ufka bakın, umudu göreceksiniz mutlaka. Göremiyorsanız bir daha bakın, görene kadar…” diyor rejimin hapsettiği Selahattin Demirtaş.
 
Evet, umudu görene kadar…

 

Dördüncü Enternasyonal Türkiye Seksiyonu Sosyalist Demokrasi için Yeniyol’un uluslararası açıklamasıdır.