Alex de Jong –

 

2014 sonunda yaşanan Kobanê savaşı öncesi Kürdistan İşçi Partisi [PKK] Batı’da neredeyse unutulmuş bir güçtü. Ancak kardeş örgütü Suriye Kürd Demokratik Birlik Partisi’nin IŞİD’e karşı verdiği mücadele ile birlikte parti ve hapiste olan kurucusu Abdullah Öcalan’ın sadece sol mahfillerde değil, başka yerlerde de göz ardı edilemeyeceği anlaşıldı.
 
PKK en son bu denli ilgiye Türk devletine karşı Kürdlerin kendi kaderini tayin hakkı için verdiği savaşa tanık olan doksanlarda mazhar olmuştu. O dönemde PKK’nin ideolojik referansları tümüyle Marksist-Leninistti. Solun belirli bir kesimi Üçüncü Dünya’daki ulusal kurtuluş mücadelelerine dönük vurguları üzerinden örgüte destek verdi.
 
Liberter sosyalist ve anti-Stalinist akımlara şüpheyle yaklaşılıyordu. Bu akımlar genelde partinin milliyetçi yönelimine ve anti-demokratik niteliğine işaret ediyor, Öcalan’ın ölümle sonuçlanan tasfiye faaliyetleri üzerinde duruluyordu. PKK’nin öğretmenler ve devlet yanlısı korucuların aileleri gibi sivillere yönelik şiddeti de tartışmalara sebep oluyordu.
 
Ama zaman değişti, görünüşe göre PKK de.

 
Lenin’den Bookchin’e
 
“Yeni PKK”ye hayran olanlar, bilhassa anarşistler ve liberter sosyalistler arasında PKK’nin dönüşümüne dair ortak bir anlatıya yer veriliyor. Bu anlatıya göre, seksenlerde ve doksanlarda gerilla savaşına öncülük eden Stalinist bir parti olarak PKK Türkiye’de zulüm gören Kürd azınlık arasında gerçek bir desteğe mazhar oldu, Kürd halkı partiyi kendisinin müdafisi olarak görüyordu, ama ulusun kendi kaderini tayin hakkı hedefi kurtuluş için yetersiz kabul ediliyordu.
 
Dahası PKK kendisini gerçek manada özgürleştirici bir güç hâline gelmesine mani olacak yollara girdi: zira parti öncücüydü, otoriteryan bir yapıya sahipti ve devlet iktidarının ele geçirilmesini kurtuluşa denkliyordu. Bu tür kusurların elini kolunu bağlaması sebebiyle PKK’nin mücadelesi doksanların sonunda durma noktasına geldi, sonrasında da Öcalan 1999’da devlet tarafından tutuklandı.
 
Bu anlatıya göre, gelgelelim hapse girer girmez Öcalan Marksizmin, Leninizmin ve ilk PKK projesinin hatalarıyla yüzleşmek zorunda kaldı. Marksist-Leninist kitapların ötesine geçerek, kurtuluş vizyonu üzerine tefekkür etti ve partisinin kusurlarını aşacak tümüyle yeni bir dünya görüşü formüle etti.
 
Bu girişim dâhilinde en fazla adı geçen, Öcalan üzerinde önemli bir etkiye sahip olan isim ABD’de yaşayan, liberter sosyalist Murray Bookchin’di. Eskiden Marksist olan Bookchin sonrasında kendisine ait toplumsal değişim teorisini geliştirmişti. Bu teori, sermaye birikimi ve ondaki sonsuz büyüme zorunluluğu ile çevre arasında yaşanan çelişkiyi kapitalizmin merkezî çelişkisi olarak tanımlıyordu. Bookchin’e göre, ekosistemi kurtarma mücadelesi doğası gereği antikapitalist bir dinamiğe sahipti ve dünyadaki sömürülenleri ve ötekileri birleştirebilirdi.
 
Bookchin’in post-kapitalist vizyonu köklü bir biçimde minimalize edilmiş bir toplumu öngörüyordu. Buna göre, söz konusu toplum özerk, ekolojik açıdan sürdürülebilir belediyeler etrafında örgütlenecekti. Komün adı verilen bu belediyeler büyük şehirlerin yerini alacaktı. Bookchin’in kanaatine göre, büyük şehirler çevre için bir tehdit, doğrudan demokrasi için bir engeldi.
 
Bu toplumu meydana getirmek için Bookchin politik eylemle yarını önceden kafada kuran pratiğe dayalı örgütlenmeden oluşan bir bileşkeye vurgu yapar. Daha iyi bir toplumu muştulayacak demokratik birlikler ve kooperatifler gibi yapılar şimdi ve burada oluşturulmalıdır. Politik eylem ve bu türden deneyler toplulukları dâhilinde sıradan insanları yetkilendirip güçlendirmeye başlayacaktır.
 
Yaygın anlatıya göre, PKK’nin hatalarına dönük bilançosu ile hedeflerini “demokratik konfederalizm” denilen benzer türde bir liberter sosyalizm hedefine yönelmeye karar vermiş olan Öcalan’ın bu çizgiye kazanılması birçoklarının ilgisini çeker.
 
O dönemde Öcalan’ın avukatları onun görüşlerini PKK’yle paylaşır. Örgüt bu görüşleri benimser ve örgütün teorisiyle pratiğini reforma tabi tutar. Hikâyeye göre bugün PKK geniş manada Kürd hareketi genelinde Öcalan’ın liberter-sosyalist vizyonunu yaymaya vakfedilmiş bir tür düşünce kuruluşu, daha kapsamlı bir kurtuluş mücadelesinin ideolojik merkezidir. Devletin silâhla ele geçirilmesi fikri yerini sivil toplum dâhilinde, geleceği bugünde kuran yapıların inşa edilmesine odaklanan bir hedef almaktadır.

 
Geleceğe Dönüş
 
Geçmiş deneyimlere dair makul bir değerlendirme sunan, insanî özgürleşme hedefine sadık kalırken bir yandan da gerçek değişiklikler yapmaktan korkmayan tutsak bir devrimciye dair bu hikâyenin belirli bir romantik cazibesi olduğunu kabul etmek gerek. PKK’nin bahsedilen, dogmatik “Marksizm-Leninizm”den liberter sosyalizme kayışıyla ilgili değerlendirmeler, yirminci yüzyıl sosyalizminin devlet ve partiye hatalı bir biçimde itimat etmesi sebebiyle yenildiğine dair yaygın kabul gören görüşü yankılamaktadır.
 
Ne var ki PKK’deki evrim başka bir şekilde de yorumlanabilir. Böylesi bir yorumda kopuşlardan çok sürekliliklere vurgu yapılacaktır. Bu yaklaşım dâhilinde bugün “eski” PKK’nin terk edilişini ifade eden ’“demokratik konfederalizm” fikri bir kopuş olarak değerlendirilmemektedir.
 
Bu noktada toplumsal değişime dair mevcut vizyonun merkezî unsuru olan PKK’deki kadınların kurtuluşu anlayışına bakılabilir. Kadınların kurtuluşu meselesi çoğunlukla Öcalan’ın “liberter-sosyalist yönelim”i ile birlikte ele alınmaktadır, oysa bu mesele esasen ilgili yönelimi önceler.
 
PKK gerilla hareketi olmaktan çıkıp bir kitle hareketi hâline gelmesiyle kadınların mücadeleleri de doksanlarda öne çıkar. PKK’nin bu genişlemesi bir dizi toplumsal ve kültürel örgüt dâhilinde etkisini gösterir, sonuçta partiye daha fazla kadın katılır. Ta doksanlarda gerillanın üçte biri kadındır.
 
1994’te (sonrasında Kürdistan Özgür Kadınlar Birliği adını alacak olan) Kürdistan Özgür Kadınlar Hareketi kurulur. PKK sadece kadınlardan oluşan birlikler kurmaya başlar. Bunun kısmî nedeni birçok erkek gerillanın kadın komutanlardan emir almayı reddetmesidir. Bazıları ise kadın birliklerinin artık içselleştirilmiş olan, kadının itaatkâr ve hizmetkâr olması anlayışından kopulmasına katkı sunacağını umarlar. Bugün kadın ve erkeğin bir arada olduğu PKK gruplarında cinsiyet kotası zorunludur. Lider kadronun yüzde kırkının kadın olması gerekir, öte yandan yönetsel görevlerde eşbaşkanlık uygulaması mevcuttur.
 
PKK’deki kadınlar bu politikalar üzerinden Öcalan’a itibar ederler. Bir kadın gerillanın ifadesiyle:

“Biz kendi tarihimizden çok uzaktık ve hep baskıya maruz kaldık. Hareketin bir lidere muhtaç olmasının sebebi bu. Toprağa gömüp üzerimize beton dökmüşlerdi, oradan çıkamıyorduk. Başkan Apo o betonu çatlatan kişi. O asfaltı delen çiçek. O bize umut verdi. […] Kadınlar olarak sahip olduğumuz kişisel özgürlüğü bize gösteren Başkan Apo’dur.”
 
Öcalan’daki kadınların kurtuluşu anlayışını biçimlendiren, neolitik anaerkil geçmişe ait mitler. Bu anlayışa göre, söz konusu geçmişin yerini sınıflı toplum ve ilk devletlerin oluşumu almış. Öcalan’a göre, bu zulmün kökeni nesilden nesle aktarılan, kadınlarca içselleştirilen ataerkil davranışlarda. Onun ifadesiyle, söz konusu görüşleri aile aktarıyor. Bu aktarım bilhassa erkeklik onuru ve kadın bedeni üzerindeki kontrole dair anlayışlar üzerinden sağlanıyor. Kurtuluş ise bu anlayışların terk edilmesi ile mümkün.
 
Öcalan’ın Kürdlerin ulusal kurtuluşuyla ilgili fikirleri kadınların kurtuluşuna dair fikirleriyle örtüşüyor, ayrıca idealize edilmiş, antik geçmişe geri dönüşü ön plana alıyor. Bu neolitik geçmişte kadınlar sadece özgür değillerdi, ayrıca bir bütün olarak Kürdler eşitlikçiydi, özgürlüğe âşık bir halktı. Devletlerin ve örgütlü dinin doğuşu ile birlikte Kürdler kendilerine denk düşen kimliğe yabancılaştılar ve Öcalan’ın “Kürd zihniyeti” dediği şey bozuldu. Bugünkü sorunların izlerini bütünüyle bu ilk işlenen suça dek izlemek mümkün.
 
Doksanlardaki PKK de Kürd tarihine sık sık atıfta bulunan bir yapıydı. O dönemde Öcalan “binlerce yıllık anavatan”ı korumanın Kürdler için en yüksek onur ve yegâne görev olduğunu söylüyordu. O günlerde PKK alabildiğine milliyetçiydi. Öcalan’ın iddiasına göre, vatanseverlik üzerine kurulu olmayan bir “insanlık anlayışı en ağır suç”tu.
 
Daha yakın zamanda ise Öcalan tarihdışı ulus ve devlet anlayışlarını eleştirerek bunların toplumsal yapılar olduğunu söyledi. Gelgelim süreç içerisinde sabit kalan husus ise PKK’nin mücadelesinin “hakiki Kürd kimliği”nin ifade edilmesi için verilen bir mücadele olduğu fikri. Bu hedef, geçmişte ulusun kendi kaderini tayin hakkı ve devlet inşası bağlamına oturtulurken, bugün ütopik bir neolitik geçmişin diriltilmesi olarak takdim ediliyor.
 
Söylemin değişmesine karşın Öcalan hâlâ tarihötesi Kürd kimliğinin varlığı üzerinde ısrarla duruyor. 2011’de şunları yazıyor: “Bugün Kürdlere ve toplumlarına atfedilen vasıf ve özelliklerin büyük bir kısmı bizim Kürdistan dediğimiz, bölgede, Kafkas dağlarındaki Neolotik topluluklarda zaten mevcuttu.”
 
Öcalan’daki kimliklere dair bu özcü bakış, ister Kürdlerden isterse kadınlardan bahsetsin, ondaki “yönelim” dâhilinde çok az değişime maruz kalıyor. PKK’ye göre “kadınlar” özgürleşme sürecinin merkezinde duran toplumsal özne ve klasik Marksizmde proletaryanın oynadığı role benzer bir rol oynuyor. Evrensel düzlemde ezilen özne olarak kadının özgürleşmesi evrensel özgürleşmeyi şart koşuyor. Öcalan’a göre bir zamanlar işçi sınıfına tahsis edilen “rol bugün kadınlar tarafından oynanıyor.”
 
Gelgelelim kadın kategorisinin kendisi sorgu dışı tutuluyor. Öcalan’a göre kadınlar erkeklere kıyasla biyolojik açıdan daha tutkulu ve daha etkili, ayrıca daha fazla “duygusal zekâ”ya sahip. Kadınlık annelikle bağlantılı; kadınlar “bizzat hayata sahipler”, bu nedenle erkeklere kıyasla doğaya daha yakınlar.
 
Bu anlayış doğalında kadınların kurtuluş mücadelesinin ona denk düşen münferit, tekil bir ideolojiye sahip, homojen bir kategori olarak görülmesine neden oluyor. PKK’nin kadın partisi Özgür Kadınlar Partisi’nin ifadesiyle, “kadınların kurtuluşu ideolojisi, sağcı-solcu, önceki tüm dünya görüşlerinin alternatifidir.”
 
1999’da Öcalan’ın tutuklanması PKK içerisinde karışıklığa neden oldu. Birçok destekçisi ve üyesi yakalanması sonrası Öcalan’ın açıklamaları ile şok geçirdi. Mahkemede şunları söyledi:

“Hayatımı iki vaade bağlı kalarak sürdürmek istiyorum; demokrasinin, barışın ve kardeşliğin tam manasıyla gerçekleşmesine hizmet etmek istiyorum. Devletin niyetlerinin de bu yönde olduğuna inanıyorum. Ayrıca PKK’nin silâhlı mücadeleye son verdiğini görmek istiyorum, kendimi bu hedefe adamak niyetindeyim. Devlete karşı olmayan, yasal statüyü yeterli gören bir PKK istiyorum.”
 
Öcalan PKK’nin Türkiye’yi bölmek istediğine dair görüşlere itiraz etti ve Kürdlerin reforma tabi tutulmuş bir Türkiye Cumhuriyeti’nde özgürce yaşayabileceği hususu üzerinde ısrarla durdu. O “ağaların, şeyhlerin ve aşiretlerin savaşı”nı suçladı, bu savaşın Kürdleri Türk devletinden ayırdığını söyledi, Kürdlerin ulusal zulüm gördüğü kanaatinden uzaklaştı.
 
Öcalan’ın mahkeme salonundaki ifadeleri PKK programı ve kurucu belgeleri ile çelişiyordu. Geçmişte PKK bağımsızlık yerine Kürd özerkliğini isteyenleri hainlikle suçluyordu.
 
Doksanların başında Öcalan “özgür Kürdistan”dan bahsederken, Türkiye içerisinde “tam eşitlik” temelinde oluşturulacak Kürd özerkliğinin muhtemel olduğunu söylemeye başladı. Artık Kürd ulus-devleti üzerinde durulmuyordu.
 
“Özgürlük” Kürd kimliğinin ifade edilebilmesi ve “gerçek Kürd kimliği”nin oluşturulması demekti. Yakalanması ardından PKK’nin hedefinde daha önce tanık olunmamış bir değişikliğe gidildi ve şöyle söylendi: “Kürd sorunu özünde ifade özgürlüğü ve kültür meselesi olarak görülebilir.” Hayal kırıklığına uğrayan binlerce insan hareketi terk etti, yeni hattı takip etmeye karşı çıkanlara hain ve ajan denilerek saldırıldı.
 
Hapisteyken Öcalan “Kürd özgürlüğü” fikri üzerine yeniden bir çalışma yürüttü. Artık bu fikir “demokratik konfederalizm” hedefi ile ilgiliydi. Bookchin’in görüşlerini ödünç alan Öcalan artık hedefine ulaşmak için devletin yıkılması veya ele geçirilmesi gerektiği fikrini reddettiğini söylüyor ve özgürlükçü hareketlerin devlet iktidarı peşinde koşmaktan vazgeçip kurtuluşa, devleti ezmeden ama onu süreç içerisinde yüzeysel kılarak, sivil toplum yoluyla ulaşılmasına odaklanmaları gerektiğini iddia ediyor. “İnsanlar devlete ihtiyaç duymadıklarını anladıklarında” devletin de yavaş yavaş sönümleneceğini söylüyor.
 
Öcalan’ın yakalanması sonrası görüşlerini değiştirdiği kesin, ancak yaygın anlatının iddiasına göre açık, net bir kopuşun yaşandığı söylenemez. Daha yakalanmadan önce Öcalan Marksist-Leninist PKK ile bağlantılı kavramları terk etmeye başladığını ifade ediyor. Seksenlerde PKK hedefini “bağımsız, sosyalist Kürdistan” olarak beyan edip sosyalizm anlayışını genel hatlarıyla Sovyetler Birliği ve Çin örnekleri üzerine kuruyor. Ama parti sosyalizm vizyonunu sonraki on yıl içerisinde yeniden tanımlıyor.
 
Daha 1993 yılında Öcalan PKK’nin “bilimsel sosyalizm”i tartıştığı dönemde Marksizme değil, “devletlerin, ulusun ve sınıfların çıkarlarını aşan” kendi özgül sosyalizmine bakmaya başladığını söylüyor. PKK’nin yeni sosyalizmi sosyo-ekonomik bir sistemi bile ifade etmiyor, daha çok mücadele üzerinden oluşturulacak olan, diğerkâm, cesur ve vatansever “yeni insan”ın yaratılmasının adı olarak ele alınıyor.
 
Ulusal kurtuluşun gölgesinde kalan toplumsal ve ekonomik özgürleşme bu nedenle geri plana çekiliyor. Son yazılarında Öcalan toplumsal ve ekonomik meselelere nadiren değiniyor ve “alternatif bir ekonomik, sınıfsal ve toplumsal yapıyla ilgili meselelerin pek bir anlam ifade etmediğini” söylüyor. Ondaki sosyalist toplum vizyonu herkese iş, sağlık hizmeti ve eğitim sunan sağlam bir refah devleti ile sınırlı.
 
1996’daki bir mülâkatında Öcalan kendisinin savunduğu sosyalizm türüne örnek olarak Almanya’yı veriyor.

 
Gökten Kurtarıcı Gelmeyecek
 
PKK ne eski programını kaldırıp attı ne kolektif bir tartışma süreci üzerinden yeni hedefler benimsedi ne de kendisine dair bir benlik telakkisi edindi. Bunun yerine parti liderleri sadece Öcalan’ın direktiflerini uygulamakla yetindiler.
 
Seksenlerde Öcalan PKK’nin tartışmasız lideri oldu. PKK programına karar verilen kongreler tertipledi, ama Öcalan tüm bu türden mekanizmaların üzerindeki konumunu muhafaza etti. O, kadroların liderlik konumlarına kendisine sadakatlerini göstermek suretiyle geldiği bir örgüt inşa etti.
 
PKK’de Öcalan’a itaat etmek insanın kendisini Kürdlerin kurtuluş davasına vakfetmesiyle eşanlamlı. Buna karşı çıkanlar tasfiye edildiler. Diğer parti liderleri meşruiyetlerini Öcalan’ın onayına borçlu, bu onay yoksa onların konumlarını kaybetmeleri muhtemel. Hapishanede bile ondaki iktidar olduğu gibi sürdü.
 
Suriye, Irak ve İran’daki kardeş yapılarda olduğu gibi PKK KCK’nin bir parçası. KCK içinde PKK “ideolojik cephe”den sorumlu. Onun görevi “başkanın ideolojisini ve felsefesini uygulamak” olarak tarif ediliyor. Her KCK üyesi PKK’nin ideolojik ve etik değerlerini temel almak zorunda.
 
Kürd mücadelesinin kimilerini cezp etmesinin haklı gerekçeleri var, militanların en kötü koşullarda gösterdikleri bağlılığın şüphe götüren bir yanı yok. Ama PKK’deki onca övülüp durulan dönüşümün pek yeterli olmadığını görmek gerek. Sıkça dile getirilen varsayımın aksine, parti otoriter Leninizmden liberter sosyalizme geçişin net bir örneğini sunmuyor.
 
Öcalan’ın yakalanması, PKK’nin “paradigma değişimi” dediği şeyin öncesinde ve sonrasında, partinin esas olarak üzerinde durduğu husus hiç değişmedi: Öcalan “önderlik”tir. Oysa kurtuluş tek bir liderin sağa sola hareketlerini takip ederek gerçekleşemez. Kurtuluş dünyada görmeyi arzuladığımız radikal demokrasiyi muştulayan, kitle örgütlerine dayanan kolektif bir mücadeleye ihtiyaç duyar.

 

Kaynak: Jacobinmag

Çeviren: İştiraki